Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIErdoğan’ın ‘yumuşamasını’ engelleyen dışsal faktörler… a) ‘Sert’ ittifak ortakları, b) Öç almadan...

Erdoğan’ın ‘yumuşamasını’ engelleyen dışsal faktörler… a) ‘Sert’ ittifak ortakları, b) Öç almadan huzur bulmayacak muhalefet psikolojisi

Kendisinden çok Devlet içindeki Yeni İttihatçı güçlerin temsilcisi olan MHP’nin ve liderinin taleplerinden de anlaşılabileceği gibi, iktidar ittifakının Devlet tarafı Erdoğan’ın yumuşamasını kesinlikle istemiyor. Öte yandan AK Parti, nöbetleşe zorbalığın bu son temsilcisi, iktidarı kaybettikten sonra muhalif kesimlerde var olan öç duygularının harekete geçireceği rövanşist hamlelerden çok korkuyor ve sertliği bu korkunun panzehiri olarak kullanıyor.

Erdoğan’ın yumuşayamayacağı, ‘sopasız’ yönetemeyeceği ve bu yoldan da dönemeyeceği konulu ilk yazım bundan beş yıl öncesine gidiyor (“AK Parti geri dönüşü olmayan yolda mı? Evet!”Serbestiyet, 20 Haziran 2019). Geçtiğimiz Salı günü, Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” çağrısıyla başlatıp, sonrasında “kızgın demiri soğutma vakti”, “hepimiz aynı gemideyiz” cümleleriyle devamını getirdiği günlerde kaleme aldığım bu yazıyı anmış, bugün için de Erdoğan’ın sonraki “umut verici” söz ve eylemleri sırasında yazdığım “kimse umutlanmasın, bu gidişin dönüşü yok” demeye getiren yazılarımı hatırlatacağımı söylemiştim. 

Andığım yazılardaki argümanlarım “her ağacın kurdu özünden olur” misali, AK Parti’nin tamamen Erdoğan’ın damgasını taşıyan siyaset (dava siyaseti) ve yönetim (kararların aşırı merkeziyetçi usullerle alındığı tek adamcılık) tercihleriyle bağlantılıydı. Elbette, bunların yanında ciddi ‘dışsal’ faktörler de vardı. İlk yazıda bunlara değinmemiştim; bu nedenle, Erdoğan’ın sonraki “umut verici” söz ve eylemleri sırasında kaleme aldığım kötümser yazılarıma geçmeden önce bu ‘dışsal’ faktörlerin en önemli ikisini hatırlatmak istedim.

Erdoğan’ın ‘yumuşamasının’ önündeki birinci dışsal faktör: Devlet ve Devlet Bahçeli

AK Parti’nin içinden geldiği Milli Görüş hareketi, Gülenciliğin alâmet-i fârikası olan devlet içine sızıp bekleme gibi bir ‘vizyona’ sahip değildi. Dolayısıyla 2002’de seçimleri kazanıp hükümeti kuran AK Parti’nin bürokrasi içindeki kadroları yok denecek kadar azdı. İktidar partisi, kendisini boğmaya çalışan eski müesses nizam sahiplerine karşı çareyi uzun yıllardır devlet kadrolarına sessizce sızan Gülencilerle ittifakta buldu. 

Bu ittifak bozulduğunda AK Parti yine ayazda kaldı ve bu defa da çareyi Gülencilere karşı bir zamanlar AK Parti iktidarını boğmak için her fırsatı kullanan eski müesses nizam temsilcilerinin bir bölümüyle ittifakta buldu. Etyen Mahçupyan’ın ‘Yeni İttihatçılık’ adını verdiği bu ittifak toplumun bir bölümünün rızasını kazanıp onayını alsa da bir bölümünün de baskılanıp susturulmasını gerektiriyordu. Erdoğan, bu ittifakın içinde tek taraflı olarak karar verecek güce sahip değil. Daha doğrusu ittifak taraflarının kolay kolay bağımsız karar alamadığı, iki tarafın da birbirine muhtaç olduğu simbiyotik bir ilişki bu. Kendisinden çok devlet içindeki Yeni İttihatçı güçlerin temsilcisi olan MHP’nin ve liderinin taleplerinden de anlaşılabileceği gibi, bu ittifakın Devlet tarafı Erdoğan’ın yumuşamasını kesinlikle istemiyor.

Erdoğan’ın ‘yumuşamasının’ önündeki ikinci dışsal faktör: Öç almadan huzur bulmayacak muhalefet psikolojisi

Türkiye’nin bir türlü bitmeyen kutuplaşma sorununu ele aldığım eski yazılarımdan birinde, göç literatüründeki ‘nöbetleşe yoksulluk’ terimine nazireyle ‘nöbetleşe zorbalık’ diye bir kavram kullanmıştım. Nöbetleşe yoksulluk, köyden şehre göç eden, belirli bir dönem boyunca yoksul kaldıktan sonra nispeten zenginleşen grupları ve onları izleyen yeni yoksulları birlikte anlatmak için kullanılan bir kavram. 

‘Nöbetleşe zorbalığı’ da ona nazireyle, iktidarda olanın kendisine benzemeyene zorbalık uyguladığı, fakat zorba iktidardan düşünce bu kez iktidara gelen mazlumun eski iktidar sahiplerini ve destekçilerini canından bezdirdiği rejim türünü anlatmak için kullanıyorum.  

Bu kısır döngünün bir türlü kırılamamasının başlıca nedenlerinden biri de, uygulanan zorbalığın dozunun seyrelmeden, hudut tanımayan bir biçimde artması… Üzerine baskı uygulananlarda öç alma duygusu yaratacak seviyeye gelmeden bitmeyen, bitirilemeyen bir zorbalık biçiminden söz ediyorum; böyle olunca, iktidarın el değiştirmesi durumunda ‘nöbetleşe zorbalık’ mekanizması kendi devridâimini bir kez daha yeniden başlatıyor ve toplum bu deli gömleğini üzerinden bir türlü atamıyor.

Toplumun yarısında, “burası sadece bize ait; hak iddia edeni, sözümün üstüne söz edeni kahrederim” algısı yaratan bir iktidarın, iktidarı kaybetmesinden sonra rövanşist tepkilerle karşılaşması, temenni edilmese de şaşırtıcı olmamalı.

Bu iktidar etme biçimi ve onun karşı tarafta körüklediği öç alma duygusu, tahammülsüzlüğü ve iktidar zorbalığını “nöbetleşe” hale getiriyor ve içinden çıkılmaz bir kısır döngü yaratıyor. Bıçağı saplamakla yetinseydi belki öç alma duygusuna yol açmayacaktı; fakat yetinmiyor, sapladıktan sonra bir de çeviriyor.

Geri dönüşü imkânsız kılan duygu: Korku

Baskıcı iktidarların baskılarının bir kartopu gibi durmaksızın büyümesi kaçınılmaz mı? Bir noktadan sonra, evet. O nokta, baskıcı iktidarın, iktidarı kaybettikten sonra öç duygularının harekete geçireceği rövanşist hamlelerle karşılaşmasının kaçınılmaz olduğuna inanmaya başladığı noktadır. O noktadan sonra başlayan şey varoluş (beka) kaygısıdır çünkü.

Buraya kadar iktidarı bir kavram olarak kullandım. Bundan sonrasını mevcut (somut) iktidar üzerinden konuşacağız.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) o noktaya geldi mi? İktidarın bir tür varoluş kaygısı yaşadığını ve bu koşullarda istese de mevcut kartopuvari baskı mekanizmasını durduramayacağını söyleyebilir miyiz?

Bence evet.

İktidarın bu noktadan sonra, hissettiği korkuyu kendisini destekleyenlerin de korkusu haline getirmekten başka yapabileceği bir şey yok. Bu da iktidarın en iyi bildiği, kutuplaşma üzerinden başarıyla uygulayabildiği bir şey.

İktidara yakın eski arkadaşlarımdan bazılarının, bugün onayladıkları şeyleri gerçekten onaylamalarının imkânsız olduğunu biliyorum. İşte o zaman onların tavırlarını belirleyen şeyin de yukarıda anlattığım korku olduğuna inanıyorum. Böyle anlarda onların da bir varoluş kaygısı yaşadığını, iktidarın gitmesinden sonraki hayatlarını ‘karanlık’ olarak tahayyül ettiklerini ve iktidarın bütün baskılarını bu nedenle onayladıklarını düşünüyorum.

Artık şu noktadayız; Erdoğan yakın destekçilerine de kendisini destekleyen geniş kitlelere de şöyle soruyor: Bugüne kadar elimden geldiği kadar korudum, kolladım sizi. Ben olmasaydım, benden önceki 80 yılda nasıl yaşasaydınız öyle yaşayacaktınız. Onlardan aldım, size verdim. Şimdi ise verecek bir şey kalmadı. Şu anda sizin de benim de en büyük zenginliğimiz, elimde gördüğünüz şu çekiçtir. İktidarda kalabilmek için onu kullanmak zorundayım ve önümdeki çiviyi kımıldayamayacak kadar derine çakmak zorundayım. Beni destekleyin, yoksa bu cendereden çıkamayız.”

İktidar, önüne hangi çivi gelirse onu en derine çakmak için elindeki çekici kullanacak; bundan sonra başka bir ihtimal yok.

Şimdi dikkat: “Erdoğan’ın ‘yumuşamasının’ önündeki ikinci dışsal faktör: Öç almadan huzur bulmayacak muhalefet psikolojisi” ara başlığından itibaren buraya kadar yazdıklarım yeni değil, bu bölümleri dört yıl önceki “Zulmünü, öç alma duygusu yaratmadan bitiremeyen bir iktidar daha!”başlıklı yazımdan aldım. 

Şimdi buna küçük bir ilave yapacağım: Geçen dört yılda “Öç almadan huzur bulmayacak muhalefet psikolojisi” daha da yaygınlaştı ve derinleşti. Bu da, Erdoğan’ın yumuşamasını ve sopayı elinden bırakmasını neredeyse imkânsız kılan bir başka dışsal faktör.

Bu iki dışsal faktörü anlatmasaydım olmazdı, dolayısıyla Erdoğan’ın 2019’daki ‘Türkiye İttifakı’ çağrısından sonraki, 2023 ve 2024 tarihli “umut verici” söz ve eylemleri sırasında kaleme aldığım “kimse umutlanmasın, bu gidişin dönüşü yok” demeye getiren yazılarımı bir sonraki yazıda hatırlatacağım. 

- Advertisment -